Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Bütün bu savaşlar* olurken, süvarilerimiz tamamen düşman birliklerinin gerilerinde olmak üzere hareket ediyordu. Meselâ, Olucak’ta ve Başkilise’de bazen piyade gibi, ateş savaşı yaptı ve fakat ekseriya, kılıcını çekti ve dört nala düşman safları içerisine girdi. Süvarilerimizin burada gösterdiği yiğitlik, zihinde canlandırmanın üstündedir ve anlatılması mümkün değildir. Henüz savaşa girmemiş taze düşman tümenlerini görür görmez, süvarilerimiz sabır gösteremiyorlardı, bunları durdurmaya imkân yoktu ve derhal kılıcını çekiyor ve düşman içerisine dalıyorlardı. Gerçekten, bu kahramanlık sayesinde batıya çekilmek isteyen düşman birlikleri durmaya ve vaziyet almaya mecbur edildi ve o esnada bir taraftan piyadelerimiz ve topçularımız yetişti ve düşmanı tekrar savaşa mecbur ettik.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 249-250)
30 Ağustos Meydan Savaşı ve Şehit Asker Anıtı
Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son dönemi olan 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Millî tarihimiz çok büyük ve Çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni yön vermekte kesin etkili böyle bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı; ölümsüz yaşamı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları, Devlet ve Cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Burada temelini attığımız "Şehit Asker" anıtı, işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, özverili ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu anıt, Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.
1924 ( Atatürk’ün S.D. II, s. 178-179)
Öğleden sonra düşman, ateşten bir daire içine alınmıştı ve gözlerimle görüyordum ki düşman, şaşkınlık işaretleri gösteriyordu. Kuzeye, doğuya, batıya, güneye başvuruyorlardı. Her taraf ateş ile kapanmış idi, aynı zamanda piyadelerimiz ateşten vazgeçerek, süngülerini taktı ve bir an önce düşman mevzilerine girmek için saldırdılar.
Bu son durumdan iki buçuk saat sonra, süngülerimiz düşman göğsüne girmiş ve sorun çözümlenmiş bulunuyordu. Aynı zamanda gece yaklaşıyordu ve sanki, gecenin karanlığı pek feci olan bu manzarayı, dünyanın gözlerinden saklamak için acele ediyordu. Gerçekten arkadaşlar, bu savaş cephesini ertesi günü gezdiğim zaman, üzüntü duymaktan kendimi alıkoyamadım. Bir asker için ve herhangi bir asker için, bu durum üzüntüyü gerektirir. Fakat, Allah’ın bunlara bunu yazgı olarak belirlemiş olmasına göre, burada bu duruma girenler asker değildir; bunlar herhalde caniler ve katillerdir.
1921 (Atatürk’ün S.D.I, s. 251)
Bu Anadolu Zaferi, tarih arasında, bir millet tarafından bütünüyle benimsenen bir fikrin, ne kadar güçlü ve ne kadar zinde bir kuvvet olduğunun en güzel bir örneği olarak kalacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 260)
Biz, bu harekâtı, sonucunu bütünüyle bilerek yaptık. Bütün bunlar, belki bütün dünyaya hayret verecek niteliktedir.Onun için, ordumuzun kudretini anlamayan ve anlamaktan âciz olanlar, bu çok büyük eseri beklenmedik bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar; fakat, hiçbir zaman öyle değildir. Harekât bütün ayrıntılarına kadar bütünüyle düşünülmüş, belirlenmiş, hazırlanmış, yönetilmiş ve sonuçlandırılmıştır.
1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 256)
Beni, milletim, Türk milleti, güven ve itimadına lâyık görerek bu harekâtın başında bulundurdu. Bu görev ve memuriyetimin mutlu anısını milletime karşı daima en derin minnettarlıklarla duygulanmış olarak zevk ile, övünç ile koruyorum. Görevlerini milletin vicdanî arzusuna, gerçek gereksinimine, yalnız onun yüksek iradesine uyarak yapmış olanlara mahsus bir vicdan rahatlığı ile bugün huzurunuzda bulunurken duyduğum mutluluğu ifade edemem.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s.174)
Milletin yazgısını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, kararsızlık yerine kararlılık ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin yiğit ve kahraman ordularının başında, bir asker bağlılığı ve davranışıyla emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnunluk içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve saygıdeğer arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri özgürlük ve bağımsızlık fikrinin zaferi nedeniyle tebrik ediyorum.
1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 240)
30 Ağustos’un önemi
Afyonkarahisar – Dumlupınar Meydan Savaşı ve ondan sonra düşman ordusunu bütünüyle ortadan kaldıran veya tutsak eden ve kılıçtan kurtulanları Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekâtımızı açıklama ve niteleme için söz söylemeyi gereksiz sayarım. Her evresiyle düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subay ve komuta kurulunun yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha belirleyen çok büyük bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık fikrinin ölmez anıtıdır. Bu eseri meydana getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun Başkomutanı olduğumdan, daima mutlu ve bahtiyarım.
1927 (Nutuk II, s. 677)
Bizim bu büyük zaferimizin doğuracağı büyük sonuçlar, yalnız Türkiye’nin yazgısı üzerine etkili olmakla kalmayacak, aynı zamanda bütün zulüm görmüş milletleri, kendi yaşam ve bağımsızlıklarını tehdit eden ve baskılayan zalimler aleyhine hareket için yüreklendirecektir.
1922 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 479)
30 Ağustos Zaferi ve Türk askeri
30 Ağustos Zafer Bayramı’nda tebrikleri kabul ederken söylemiştir:
Bu zaferi kazanan ben değilim. Bunu asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların her birinin adını Kocatepe’nin sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat, hepsinin ortak bir adı vardır: Türk askeri! Tebriklerinizi onların adına kabul ediyorum!
1928 (İbrahim Necmi Dilmen, Atatürk Anekdotlar,Der: Kemal Arıburnu, s. 120)
İzmir’e doğru
30 Ağustos Zaferi’nden sonra 1 Eylül 1922 günü orduya yayınladığı bildirgeden:
Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan savaşları verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin zihinsel güçlerini ve kahramanlık ve vatanseverlik kaynaklarını yarışırcasına göstermeye devam etmesini isterim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir. İleri!
1922 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 449-450)
Ordularımız, asıl kuvvetleri ve bütün savaş gereçleri ile dört yüz kilometreyi on gün içinde aşıp geçtiler. Diyebilirim ki, süvari tümenlerimizle piyade birliklerimiz düşmanı ezip İzmir’e yürümekte birbirleriyle yarış etmişlerdir. İzmir rıhtımında süvarilerimizin kılıçları denizde resim gibi şekillenirken, piyadelerimiz Kadifekale’de Türk bayrağını göğe yükselttiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının, savaş tarihine verdiği son harekât örneğinin değeri, bu harekât bütün evreleriyle incelendikten sonra ve belki bugün değil, yarın anlaşılabilecektir. Büyük orduların yürüyüş birimi yanlış hatırlamıyorsak, günde 20-25 kilometredir. Bundan dolayı, askerlerimize İzmir’e kavuşmak için her gün bu uzaklığı aşıp geçirten kuvvet kaynağının, ne yüce bir vatan aşkı olduğunu anlamak güç değildir.
1922 (Atatürk’ün S.D.III, s 39)
Türk ordusunun 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girişinden sonra orduya teşekkür mesajı:
İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta, orduların gösterdiği gayret ve özveriyi saygı ve takdirle anarım. Elde edilen büyük zaferde gerçek etken olan değerli arkadaşlarıma bütün samimiyetimle teşekkür ve tebriklerimi bildiririm. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin elde edilişinde de aynı istek ve özveriyi göstereceklerine güvenim tamdır.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.N, s.457)
Ordularımızın stratejisi ve yerleştirme harekâtı günlerce düşmanın gözü önünde ve uçakların keşif uçuşları altında seyretti. Bu hareketimizi baskın zannediyorlarsa söylediklerinin doğru olması gerekir. Fakat, ben zannediyorum ki, Yunan komutanlarıyla genelkurmayı, ordularımızın hazırlığından ve harekâtından haberli idi. Ancak ordularına ve özellikle Afyonkarahisar, Seyitgazi, Eskişehir ve bütün cephelerde bir yıldan beri çalışarak oluşturdukları ve her çeşit araçla destekleyip donattıkları sağlam mevzilerine, fazla sayıda topçularına, sayısız cephane kaynaklarına gereğinden fazla güveniyorlardı. Şu gerçeği anlamazlıktan geliyorlardı ki, insanların mücadelesinde, saldırıları durduracak en kuvvetli yer, iman dolu göğüslerdir.
1922 (Atatürk’ün S.D.1II, s.37)
12 Eylül 1922 günü millete bildirgesinden: Büyük ve soylu Türk milleti! Anadolu’nun kurtuluşu zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selâmını da takdim ediyorum.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s .459)
18.9.1922 günü İzmir’de Yakup Kadri’ye söyledikleri:
– Millî Mücadelemizin bu evresi kapanmıştır; şimdi ikinci evresini açmamız gerekiyor.
1922 (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vatan Yolundu, s. 176)
Zaferin sırrı
Türk komutanları komuta etmesini, Türk askeri ölmesini bildi. Savaşı kazanışımızın sırrı bundan ibarettir.
1922 (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, s. 90)
Türk tarihinde askerlerimiz, ilk defa olarak ülküleri uğrunda yüce bir amaçla savaşmış bulunuyorlar. Askerlerimiz, ayakları altında bir metre yüksekliğinde çukur, çamur bulunmasına rağmen düşmanlarına karşı koşa koşa, sevine sevine gidip savaşmışlardır.
1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 35)
En büyük komutanından en genç erine kadar ordularımızda egemen olan fikir, milletin gösterdiği görev uğrunda şehit olmaktır. Bunu savaş meydanında yakından görerek büyük milletime haber veriyorum.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.FV, s.450)
Bugün mutluluğunu duyduğumuz zaferi, sadece milletimizin kararlılığı ve imanı, kudreti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının süngüleri kazanmıştır. Üzerinde başka türlü hiçbir kuvvet, hiçbir baskı yoktur ve olmamıştır. Milletin ve ordularının yeteneği, bütün millî isteklerimizi elde edecek derecededir.
1922 (Atatürk’ün S.D.H, s.41)
Zaferler hakkında
Vatanın kurtuluşu, milletin görüş ve yönetimi kendi alın yazısı üzerinde kayıtsız şartsız egemen olduğu zaman başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla olumlu ve kesin sonuçlara kavuşmuştur.
1922 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s.459)
Memleketimizi hiçbir hak ve adalete dayanmayarak çiğnemek ve çiğnetmek girişimi, zafer kazanan ordumuzun özverili ve canını verircesine gayretiyle lâyık olduğu başarısızlığa uğratılmış ve milletimiz, tarihin nadir kaydettiği bir zafer kazanarak sevgili yurdumuzu kurtarmıştır.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s.290)
Şunu bir gerçek olarak biliniz ki, şeref hiçbir zaman bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer yapılan işler önemli ise, gösterilen başarılar belli ise, devrimler dikkati çekici ise her birey kendini tebrik etmelidir. Çünkü, böyle büyük şeyleri ancak çok yetenekli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her bireyi, böyle en yetenekli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini tebrik etsin.
1923 (Atatürk’ün S.D.H, s.123)
Bu milletin namusunu, yaşamını, geleceğini kurtarmak için, onun bütün varlığına kasteden kuvvetleri yok etmeye bu milletin yeteneği, soyluluğu, kararlılığı yeterlidir. Bu sözümün doğruluğunu olaylar kanıtladı. Çünkü bu milletin kararlılığı, dayanışması, kahramanlığı sayesinde sonunda düşman mağlup ve perişan edildi.
1923 (Atatürk’ün S.D.H, s.135)
Bütün bu başarı, yalnız benim eserim değildir ve olamaz. Bütün başarı, bütün milletin karar ve imanıyla çalışmasını birleştirmesi sonucudur; kahraman milletimizin ve seçkin ordumuzun kazandığı başarı ve zaferlerdir.
1928 (Atatürk’ün S.D. II, s. 76-77)
Bu zafer, bize bir imkân veriyor. Biz, bu imkânı memleketimizin, milletimizin aydınlık, mutlu ve rahata erişmiş geleceği için kullanacağız!
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 260)
Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi sofrada "Paşam, İstiklâl Savaşı’nda Başkomutan olarak savaşlarda verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır? " sorusuna verdiği cevap:
-Bir gün Kurtuluş Savaşı’nın, Millî Mücadele’nin askerî tarihini yazacaklar, belki de benim Başkomutan olarak verdiğim bir yazılı ve imzalı emrime tesadüf etmeyeceklerdir. Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler: Ben savaşta daima o cepheden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri komutanlara yazdırır, onlara not ettirir ve kendilerini de ikna ettikten sonra, "Şimdi ordu birliklerimize derhal bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla bildiriniz!" derdim.
(Nejat Saner, Atatürk ve Sonrası, Cumhuriyet gazetesi, 4. XI. 1970)
Kahraman Türk ordularının kazandıkları büyük zaferlerde bana düşmüş olan görevleri yapabilmişsem çok bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için söyleyeyim ki, benim ordularımızı yönelttiğim hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının ve komutanlarının görüşlerinin, vicdanlarının, kararlarının, ülkülerinin yönelmiş Olduğu hedefler İdi.
1928 (Atatürk’ün S.D. II, s. 228)
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin galip orduları yeni zaferler elde etme aşkından uzaklaşmış değildirler. Fakat bu zafer aşkı, milletin kurtuluşunu ve mutluluğunu sağlama aşkından ileri gelmektedir. İkincisinin belirmesi, birinciyi gerçekleşmiş kabul ettirebilir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.55)
Her evresi vatan için, evlâtlarımızın torunları için şerefli olaylarla dolu büyük bir kahramanlık destanı oluşturan Anadolu savaşlarının heyecan veren ayrıntılarını tarihin diline terk ediyorum. Millet, milletin ruh sanatı, musikisi,edebiyatı ve bütün sanat eserleri, bu kutsal mücadelenin ilâhî ezgilerini sonsuz bir vatan aşkının coşkun heyecanlarıyla daima şakımalıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 305)
30 Ağustos 1922 Zaferi’nden sonra, İngiliz kadın gazeteci Grace Ellison’un "Başarı kazanacağınızdan şüphe ettiğiniz oldu mu?" sorusuna verdiği cevap:
-Hiçbir zaman… Henüz elimizde savaş gereçleri bulunmadığı zamanlarda bile, işin bugünkü sonuçlan alacağını hesap etmiştim. Saldırımızı ertelememize sebep, kan dökmemekti. Bu maksatla saldırıdan önce Fethi Bey*’i Londra’ya gönderdik. Barışı kanla değil, mürekkeple imza etmek istiyorduk.
1923 (Atatürk’ün S.D.V, s. 97-98)
Şerefli kahramanlara saygı
Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber kutlayalım. Onlar arasında savaş meydanların da düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış talihsiz çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına sataşılmış, ebediyen ağlamaya mahkûm genç kızlar da vardır. Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlâtlarını gömmüş analar vardır ve yine onlar arasında savaştaki namus görevini şerefle yaparak bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan şehitlik şarabını içmiş olanların ruhlarına fatihalar sunalım.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 308-309)
Bu hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından oluşan milletimiz, bütün dünyaya karşı en yüksek saygı durumunu ve değer düzeyini kazanmıştır. Milletimiz çekinmeksizin övünebilir. Bu, en kuvvetli şartlarla haklıdır ve ben, böyle bir milletin bir bireyi olmakla en büyük mutluluğu hissediyorum. Bu savaş meydanlarında, emsalsiz kahramanlıklar ve yiğitlik göstermiş olan subaylarımızın, erlerimizin ve komutanlarımızın her biri, ayrı ayrı bir menkıbe, bir destan oluşturan harekâtını saygıyla ve takdirle anıyorum. Ve bu yiğitlik meydanlarında Allah’ın rahmetine kavuşan şehitlerimizin aziz ruhlarına hep beraber fatihalar sunalım.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 260)
Zaferi kazanılmasında cephe gerisi
I. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 4. Toplanma Yılı’nı açarken söylemiştir:
Zaferin elde edilişi için geri hizmetlerin düzenlenmesi hususunda yapılan çalışma, pek teşekkür ve takdire değerdir. Bu kelimeleri söylerken ifade etmek istediğim minnettarlık hissi, yalnız resmî dairelerle kısıtlanmış değildir. Bütün yaşam enerjilerini, bütün araçlarını, bağlantılarını ordunun hizmetine hazır hale getiren ve kadın ve çocuklarıyla ordu taşımacılığına katılan saygıdeğer halkın, millet kürsüsünden ifade ettiğim takdir ve teşekküre pek fazla hakkı vardır. Efendiler! Meselenin heyecan verici evreleri üzerinde biraz daha ısrar etmek vicdanî zorunluğunu hissediyorum. Oğullarını ve kocalarını cephenin ateş hattına gönderen ihtiyar babalar ve analarla genç kadınlar, kağnı ve öküzden ibaret bir kutsal birleşim olan yaşam araçlarının başına geçerek orduyu izlemişler ve malzemelerinin ilkelliğine rağmen ruhlarındaki çalışma isteği ve özveri hissiyle düşmanın binlerce otomobilden meydana gelmiş bir taşıma sistemi oluşturan teknik araçlarıyla yarışmışlardır.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s.293-294)
Mudanya Ateşkes Antlaşması
Dört yıl süren emeklerden sonra son kesin zaferimiz üzerine Mudanya Askerî Antlaşması yapıldı ve barış görüşmeleri dönemine geçildi. Bu görüşmeler sırasında da tesadüf ettiğimiz güçlükler pek çoktur. Fakat, ben bunu pek doğal buluyorum. Çünkü bu barış görüşmelerinde sonuca bağlanan hesaplar dört yıllık değil, dört yüz yıllık bir dönemin kötü mirası idi. Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu en görkemli, tantanalı ve kuvvetli dönemlerinden itibaren milletin bağımsızlığı zararına, hayatî çıkarları zararına o kadar çok şey feda etmişti ki, sonuç yalnız kendisinin çöküp batmasından ibaret kalmadı; belki kendinden sonra da memleketin gerçek sahibi olan milleti, hak ve varlığının kanıtı için büyük güçlüklerle karşı karşıya bıraktı.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 306)
Edirne şehrini de içine almak üzere Doğu Trakya’nın Yunanlılar tarafından boşaltılmasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne teslimi hakkındaki Mudanya Askerî Anlaşması 11 Ekim 1922’de imza edilmiştir. Kazanılan büyük zaferin ilk önemli siyasî sonucu bu şekilde Mudanya Konferansı’nda elde edilmiş oluyor. Ordumuz tarafından fiilen temin edilen tüm Anadolu’nun kesin kurtuluşundan başka, Genel Savaş’ı izleyen en karanlık bir dönemde millet tarafından belirlenen ilkelerin Rumeli batı sınırlarımıza ait olan kısmı da artık gerçekleşmiştir.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s.475)
Türkiye’nin istediği barış (Lozan’a doğru)
Biz bağımsızlığımızı sağlayan bir barış istiyoruz. Bunu sağlanmış görmedikçe yaşayabilmek için muhtaç olduğumuz yaşam gereklerini temin etmek üzere tam bağımsızlığa erişinceye kadar başladığımız işte devam edeceğiz. Milletin ciddî kararı budur. Milletimizin bu kararını mutlaka uygulamak için her türlü önlem zaten alınmış bulunuyor.
1923 (Atatürk’ün S.D.1II, s.60)
Bugün eriştiğimiz barışın, ebedî barış olacağına inanmak, elbette safdillik olur. Bu, o kadar önemli bir gerçektir ki ondan bir an bile boş bulunma, milletin bütün yaşamını tehlikeye atar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve değerimize saygı gösterildikçe karşılıklı saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının eksik olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı deneyimlerle öğrendik. Onun için efendiler, bütün ihtimallerin isteyeceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.
1923 (Atatürk’ün S.D.l, s.307)
Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, millet üç buçuk yıllık kahramanca savaşmadan sonra kendisini sonsuza değin tutsaklık zincirleriyle bağlamak isteyenleri mağlup etmiş ve bağımsızlığına sahip olmuştur. Bütün uygar milletler arasında özgür ve bağımsız olarak milletimizin yer alacağı barış günleri de inşallah gecikmeyecektir. Bu mesut günlere ne büyük özveriler ve güçlükler karşılığında erişeceğimizi asla akıldan çıkarmamak ve gelecekte millet yaşamını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için, ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak, vatanını seven bütün millet bireylerinin borcudur. Gerçekte vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikte galip gelmek yeterli değildir. Memleketimiz hakkında istilâ emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, yönetim ve ekonomi bakımından kuvvetli olmak gerekir.
1922 (Atatürk’ün S.D.II, s.46)
Lozan Konferansı
Ölmüş zannolunan millet, yok olmuş zannolunan bu memleket, yeniden bütün yaşama yeteneğini gösterebilecek bir durum alıyor. Bütün kadınlarıyla, erkekleriyle, ihtiyarlarıyla el ele vererek kendisinin dünyada var olduğunu, bir kere daha kanıtlayacak harikalar gösteriyor. İşte o harikaların doğal sonucu olarak Lozan Konferansı’na davet olunuyoruz. Fakat Efendiler, aslında bizden sorulacak hiçbir hesap yoktur. Geçmişe ait hataların gerçek sorumlusu biz değiliz; Türk milleti değildir. Bu böyle olmakla beraber dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşüyor. Millet ve memleketi gerçek bağımsızlık ve egemenliğine sahip etmek için çalışmak zorunluğu bizim üzerimizde kalıyor. Lozan’da henüz hiçbir olumlu sonuç yoktur. Fakat, bu olumlu sonuç kesinlikle olacaktır. Millet, varlığı için, egemenliği için ne olursa olsun elde etmek zorunda olduğu esasları Misak-ı Millî halinde belirgin biçimde bütün dünyaya ilân etti. Misak-ı Millî’nin anlamını bütün dünya onaylamak zorundadır ki, Türkiye kuvvetiyle, süngüsüyle ve bütün yükümlülüğüyle bunu elde etmiştir. Arta kalan şey, maddeten elde edilmiş olan bu şeyin konferansta, salonda, masada, nerede olursa olsun usulen ve resmen ifadesinden ve onaylanmasından başka bir şey değildir. Bu sonuç er geç, kesinlikle elde edilecektir! Bütün isteklerimiz haktan ibarettir. Bu hak, en doğal ve en açık haklardandır. Hukukumuz bu kadar açık olduktan başka, bu hukuku ne olursa olsun koruma için kudretimiz de vardır, kuvvetimiz de yeterlidir.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 26.12.1929)
Türk barış şartları Misak-ı Millî’nin ilân günü olan 28 Ocak 1920 tarihinden beri bütün dünyaca bilinmektedir. Bu şartlar şu şekilde özetlenebilir: Türkiye’nin millî sınırı içinde siyasal ve ekonomik tam bağımsızlığının onaylanması!
1922 (Atatürk’ün S.D.1II, s. 3O)
Lozan Konferansı, basit bir sorunu çözümle uğraşmıyor. Yeni Türkiye Devleti’nin üç buçuk yıllık sorunlarını çözümle yetinmiyor. Lozan Konferansı, başlangıcı çok eski olan bir mücadelenin derin evrelerini inceleyerek onu olumlu bir sonuca bağlamaya çalışıyor. Şüphe yok ki, karışık bir dengeyi belirli bir sonuca ulaştırmak kolay değildir. Özellikle karışık hesapların sorumlusu da biz değiliz. Düşmanlarımız, yalnız bize ait hesapları sormak gibi adlî, insanî bir düşünüş biçimine sahip olsalardı, sorun iki günde biterdi. Fakat, öyle işe başladılar ki, yüzyılların birikmiş sorunlarını bizden soruyorlar. İtilâf Devletleri olumlu bir sonuca varmak istiyorlarsa, kesinlikle eski düşünüş biçimlerini terk etmek zorunluğundadırlar. Benim gördüğüme göre ulaşılan temel, sonunda barışla sonuçlanacaktır. Bütün milletçe arzuya değer ki barış olsun. Dünyada barışın kurulması hem dünyanın çıkarı, hem bizim çıkarımız gereğidir. Herhalde biz, hem kendi çıkarımıza aykırı olan, hem de dünyanın çıkarına uymayan savaşın devamına asla taraftar değiliz. Böyle olmadığımızı şimdiye kadar çok defalar ilân ettik, kanıtladık. Eğer uygarlık dünyası, bizim bu işte ne kadar samimî olduğumuzu anlarsa, barış için hiçbir engel kalmayacaktır. Fakat, eğer barış isteyenlerin fikri, savaş taraftarlarına galip gelmezse bütün iyi niyet ve samimiyetimize rağmen biz de bu sonucu alın yazısı ve zorunlu sayacağız, alın yazısına uyacağız ve hiç şüphe etmiyorum, bugünkünden daha verimli sonuçlar alacağız. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 5-6.12.1929)
Lozan Konferansı düne ve bugüne ait, üç beş yıla ait hesapların sonuca bağlanmasıyla uğraşmakta değildir. Belki, üç, dört yüzyıllık birikmiş ve yoğunlaşmış hesapların görülmesiyle uğraşmaktadır. Onun için bu kadar derin, bu kadar karışık, bu kadar kirli hesapların az zamanda içinden çıkmak kolay değildir.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 24.12.1929)
Lozan Barış Antlaşması’nın içine aldığı esasları, diğer barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmaya gerek olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, yüzyıllar
dan beri hazırlanmış ve Sevres Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir belgedir. Osmanlı dönemine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseridir.
1927 (Nutuk 11, s. 767)
Lozan Antlaşması
Lozan Barışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasal bir zafer oluşturan bu antlaşmanın, Osmanlı tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz, bununla gerçekten övünebilir ve Türk milletinin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek değerini takdir etmesi gereken gençliğin, bunu geçmişte yapılmış antlaşmalarla karşılaştırması gerekir. Bu nedenle Lozan görüşmelerinde her türlü siyasal mücadelelere göğüs gererek sonucu elde etmede bir zekâ göstermiş olan İsmet Paşa Hazretleri’ni saygı ile hatırlamak görevimdir.
1927 (Atatürk’ün S.D.V, s. 47)
Montreux Sözleşmesi’ne doğru
Türkiye’nin Boğazları açık bırakmaya razı olduğu Lozan Antlaşmasından beri dünya durumu ve bazı şartlar değişmiştir. Boğazlar, Türk topraklarını iki kısma ayırır; bu nedenle bu deniz geçidinin sağlamlaştırılması Türkiye’nin güvenliği ve savunması için çok önemlidir. O, aynı zamanda, uluslararası ilişkilerin can alıcı bir unsurudur. Anahtar durumunda böyle önemli bir yer, herhangi maceracı bir saldırganın keyfine ve merhametine bırakılamaz. Türkiye, muhtemel barış bozucularının, birbirleriyle savaşmak için Boğazlardan geçmesine engel olmaya mecburdur. Türkiye buna asla izin vermeyecektir.
1935 (Ayın Tarihi, Sayı:l9)
Montreux Sözleşmesi
Montreux Sözleşmesi’nin imzalandığı günün gecesi (18/19 Temmuz 1936) Atatürk tarafından yazdırılmıştır:
Bugün bayram günüdür; sevinç günüdür. Niçin bilir misiniz, ey sevgili yurttaşlar? Çünkü Lozan, Montrö’de taçlandırılmıştır. Lozan tamdır ve tamlığını daima tarihte okutacaktır. Fakat, ona acı ve üzüntü veren ufak bir şey, Boğazlar vardı. İşte o Montrö’de çözümlenmiştir. Eğer Türk yüksek duyarlığı bununla ilgiliyse kesinlikle sevinmektedir, seviniyor ve sevinmelidir.
1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. XI. 1941)
Milletin yüksek karakterine, ordusunun bükülemez pazısına ve uygar insanlığın aldatılamaz sağduyusuna dayanarak ve güvenerek kullanılan zekâ, mantık ve enerjinin, bütün insanlığın gereksinim duyduğu barış ve huzur verici sonuçlar doğurabileceğinin bir kanıtı olan Montrö Konferansı eseri, gerçekten sevinmeye ve sevindirmeye değer bir tarihsel olaydır.
1936 (Cumhuriyet gazetesi, 21.7.1936)
Türkiye’nin hakkını doğrulamakla yüksek dostluk ve anlayış gösteren Montrö Sözleşmesi tarafları, aynı zamanda kritik devam eden uluslararası durumun bu önemli döneminde, yerleşmesi için herkesin çalışması gereken genel barış işine de değerli hizmet etmiş oldular.
Tarihte birçok defa tartışma ve tutku vesile olmuş olan Boğazlar, artık tamamıyla Türk yönetiminin egemenliğinde, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yolu haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır.
Tarih: 2020-04-21 07:56:28 Kategori: Tarih
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Kurtuluş Savaşı Ve Siyasi Durumları Nedir
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 249-250)
30 Ağustos Meydan Savaşı ve Şehit Asker Anıtı
Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son dönemi olan 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Millî tarihimiz çok büyük ve Çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni yön vermekte kesin etkili böyle bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı; ölümsüz yaşamı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları, Devlet ve Cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Burada temelini attığımız "Şehit Asker" anıtı, işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, özverili ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu anıt, Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.
1924 ( Atatürk’ün S.D. II, s. 178-179)
Öğleden sonra düşman, ateşten bir daire içine alınmıştı ve gözlerimle görüyordum ki düşman, şaşkınlık işaretleri gösteriyordu. Kuzeye, doğuya, batıya, güneye başvuruyorlardı. Her taraf ateş ile kapanmış idi, aynı zamanda piyadelerimiz ateşten vazgeçerek, süngülerini taktı ve bir an önce düşman mevzilerine girmek için saldırdılar.
Bu son durumdan iki buçuk saat sonra, süngülerimiz düşman göğsüne girmiş ve sorun çözümlenmiş bulunuyordu. Aynı zamanda gece yaklaşıyordu ve sanki, gecenin karanlığı pek feci olan bu manzarayı, dünyanın gözlerinden saklamak için acele ediyordu. Gerçekten arkadaşlar, bu savaş cephesini ertesi günü gezdiğim zaman, üzüntü duymaktan kendimi alıkoyamadım. Bir asker için ve herhangi bir asker için, bu durum üzüntüyü gerektirir. Fakat, Allah’ın bunlara bunu yazgı olarak belirlemiş olmasına göre, burada bu duruma girenler asker değildir; bunlar herhalde caniler ve katillerdir.
1921 (Atatürk’ün S.D.I, s. 251)
Bu Anadolu Zaferi, tarih arasında, bir millet tarafından bütünüyle benimsenen bir fikrin, ne kadar güçlü ve ne kadar zinde bir kuvvet olduğunun en güzel bir örneği olarak kalacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 260)
Biz, bu harekâtı, sonucunu bütünüyle bilerek yaptık. Bütün bunlar, belki bütün dünyaya hayret verecek niteliktedir.Onun için, ordumuzun kudretini anlamayan ve anlamaktan âciz olanlar, bu çok büyük eseri beklenmedik bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar; fakat, hiçbir zaman öyle değildir. Harekât bütün ayrıntılarına kadar bütünüyle düşünülmüş, belirlenmiş, hazırlanmış, yönetilmiş ve sonuçlandırılmıştır.
1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 256)
Beni, milletim, Türk milleti, güven ve itimadına lâyık görerek bu harekâtın başında bulundurdu. Bu görev ve memuriyetimin mutlu anısını milletime karşı daima en derin minnettarlıklarla duygulanmış olarak zevk ile, övünç ile koruyorum. Görevlerini milletin vicdanî arzusuna, gerçek gereksinimine, yalnız onun yüksek iradesine uyarak yapmış olanlara mahsus bir vicdan rahatlığı ile bugün huzurunuzda bulunurken duyduğum mutluluğu ifade edemem.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s.174)
Milletin yazgısını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, kararsızlık yerine kararlılık ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin yiğit ve kahraman ordularının başında, bir asker bağlılığı ve davranışıyla emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnunluk içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve saygıdeğer arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri özgürlük ve bağımsızlık fikrinin zaferi nedeniyle tebrik ediyorum.
1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 240)
30 Ağustos’un önemi
Afyonkarahisar – Dumlupınar Meydan Savaşı ve ondan sonra düşman ordusunu bütünüyle ortadan kaldıran veya tutsak eden ve kılıçtan kurtulanları Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekâtımızı açıklama ve niteleme için söz söylemeyi gereksiz sayarım. Her evresiyle düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subay ve komuta kurulunun yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha belirleyen çok büyük bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık fikrinin ölmez anıtıdır. Bu eseri meydana getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun Başkomutanı olduğumdan, daima mutlu ve bahtiyarım.
1927 (Nutuk II, s. 677)
Bizim bu büyük zaferimizin doğuracağı büyük sonuçlar, yalnız Türkiye’nin yazgısı üzerine etkili olmakla kalmayacak, aynı zamanda bütün zulüm görmüş milletleri, kendi yaşam ve bağımsızlıklarını tehdit eden ve baskılayan zalimler aleyhine hareket için yüreklendirecektir.
1922 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 479)
30 Ağustos Zaferi ve Türk askeri
30 Ağustos Zafer Bayramı’nda tebrikleri kabul ederken söylemiştir:
Bu zaferi kazanan ben değilim. Bunu asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların her birinin adını Kocatepe’nin sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat, hepsinin ortak bir adı vardır: Türk askeri! Tebriklerinizi onların adına kabul ediyorum!
1928 (İbrahim Necmi Dilmen, Atatürk Anekdotlar,Der: Kemal Arıburnu, s. 120)
İzmir’e doğru
30 Ağustos Zaferi’nden sonra 1 Eylül 1922 günü orduya yayınladığı bildirgeden:
Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan savaşları verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin zihinsel güçlerini ve kahramanlık ve vatanseverlik kaynaklarını yarışırcasına göstermeye devam etmesini isterim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir. İleri!
1922 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 449-450)
Ordularımız, asıl kuvvetleri ve bütün savaş gereçleri ile dört yüz kilometreyi on gün içinde aşıp geçtiler. Diyebilirim ki, süvari tümenlerimizle piyade birliklerimiz düşmanı ezip İzmir’e yürümekte birbirleriyle yarış etmişlerdir. İzmir rıhtımında süvarilerimizin kılıçları denizde resim gibi şekillenirken, piyadelerimiz Kadifekale’de Türk bayrağını göğe yükselttiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının, savaş tarihine verdiği son harekât örneğinin değeri, bu harekât bütün evreleriyle incelendikten sonra ve belki bugün değil, yarın anlaşılabilecektir. Büyük orduların yürüyüş birimi yanlış hatırlamıyorsak, günde 20-25 kilometredir. Bundan dolayı, askerlerimize İzmir’e kavuşmak için her gün bu uzaklığı aşıp geçirten kuvvet kaynağının, ne yüce bir vatan aşkı olduğunu anlamak güç değildir.
1922 (Atatürk’ün S.D.III, s 39)
Türk ordusunun 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girişinden sonra orduya teşekkür mesajı:
İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta, orduların gösterdiği gayret ve özveriyi saygı ve takdirle anarım. Elde edilen büyük zaferde gerçek etken olan değerli arkadaşlarıma bütün samimiyetimle teşekkür ve tebriklerimi bildiririm. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin elde edilişinde de aynı istek ve özveriyi göstereceklerine güvenim tamdır.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.N, s.457)
Ordularımızın stratejisi ve yerleştirme harekâtı günlerce düşmanın gözü önünde ve uçakların keşif uçuşları altında seyretti. Bu hareketimizi baskın zannediyorlarsa söylediklerinin doğru olması gerekir. Fakat, ben zannediyorum ki, Yunan komutanlarıyla genelkurmayı, ordularımızın hazırlığından ve harekâtından haberli idi. Ancak ordularına ve özellikle Afyonkarahisar, Seyitgazi, Eskişehir ve bütün cephelerde bir yıldan beri çalışarak oluşturdukları ve her çeşit araçla destekleyip donattıkları sağlam mevzilerine, fazla sayıda topçularına, sayısız cephane kaynaklarına gereğinden fazla güveniyorlardı. Şu gerçeği anlamazlıktan geliyorlardı ki, insanların mücadelesinde, saldırıları durduracak en kuvvetli yer, iman dolu göğüslerdir.
1922 (Atatürk’ün S.D.1II, s.37)
12 Eylül 1922 günü millete bildirgesinden: Büyük ve soylu Türk milleti! Anadolu’nun kurtuluşu zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selâmını da takdim ediyorum.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s .459)
18.9.1922 günü İzmir’de Yakup Kadri’ye söyledikleri:
– Millî Mücadelemizin bu evresi kapanmıştır; şimdi ikinci evresini açmamız gerekiyor.
1922 (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vatan Yolundu, s. 176)
Zaferin sırrı
Türk komutanları komuta etmesini, Türk askeri ölmesini bildi. Savaşı kazanışımızın sırrı bundan ibarettir.
1922 (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, s. 90)
Türk tarihinde askerlerimiz, ilk defa olarak ülküleri uğrunda yüce bir amaçla savaşmış bulunuyorlar. Askerlerimiz, ayakları altında bir metre yüksekliğinde çukur, çamur bulunmasına rağmen düşmanlarına karşı koşa koşa, sevine sevine gidip savaşmışlardır.
1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 35)
En büyük komutanından en genç erine kadar ordularımızda egemen olan fikir, milletin gösterdiği görev uğrunda şehit olmaktır. Bunu savaş meydanında yakından görerek büyük milletime haber veriyorum.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.FV, s.450)
Bugün mutluluğunu duyduğumuz zaferi, sadece milletimizin kararlılığı ve imanı, kudreti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının süngüleri kazanmıştır. Üzerinde başka türlü hiçbir kuvvet, hiçbir baskı yoktur ve olmamıştır. Milletin ve ordularının yeteneği, bütün millî isteklerimizi elde edecek derecededir.
1922 (Atatürk’ün S.D.H, s.41)
Zaferler hakkında
Vatanın kurtuluşu, milletin görüş ve yönetimi kendi alın yazısı üzerinde kayıtsız şartsız egemen olduğu zaman başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla olumlu ve kesin sonuçlara kavuşmuştur.
1922 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s.459)
Memleketimizi hiçbir hak ve adalete dayanmayarak çiğnemek ve çiğnetmek girişimi, zafer kazanan ordumuzun özverili ve canını verircesine gayretiyle lâyık olduğu başarısızlığa uğratılmış ve milletimiz, tarihin nadir kaydettiği bir zafer kazanarak sevgili yurdumuzu kurtarmıştır.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s.290)
Şunu bir gerçek olarak biliniz ki, şeref hiçbir zaman bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer yapılan işler önemli ise, gösterilen başarılar belli ise, devrimler dikkati çekici ise her birey kendini tebrik etmelidir. Çünkü, böyle büyük şeyleri ancak çok yetenekli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her bireyi, böyle en yetenekli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini tebrik etsin.
1923 (Atatürk’ün S.D.H, s.123)
Bu milletin namusunu, yaşamını, geleceğini kurtarmak için, onun bütün varlığına kasteden kuvvetleri yok etmeye bu milletin yeteneği, soyluluğu, kararlılığı yeterlidir. Bu sözümün doğruluğunu olaylar kanıtladı. Çünkü bu milletin kararlılığı, dayanışması, kahramanlığı sayesinde sonunda düşman mağlup ve perişan edildi.
1923 (Atatürk’ün S.D.H, s.135)
Bütün bu başarı, yalnız benim eserim değildir ve olamaz. Bütün başarı, bütün milletin karar ve imanıyla çalışmasını birleştirmesi sonucudur; kahraman milletimizin ve seçkin ordumuzun kazandığı başarı ve zaferlerdir.
1928 (Atatürk’ün S.D. II, s. 76-77)
Bu zafer, bize bir imkân veriyor. Biz, bu imkânı memleketimizin, milletimizin aydınlık, mutlu ve rahata erişmiş geleceği için kullanacağız!
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 260)
Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi sofrada "Paşam, İstiklâl Savaşı’nda Başkomutan olarak savaşlarda verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır? " sorusuna verdiği cevap:
-Bir gün Kurtuluş Savaşı’nın, Millî Mücadele’nin askerî tarihini yazacaklar, belki de benim Başkomutan olarak verdiğim bir yazılı ve imzalı emrime tesadüf etmeyeceklerdir. Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler: Ben savaşta daima o cepheden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri komutanlara yazdırır, onlara not ettirir ve kendilerini de ikna ettikten sonra, "Şimdi ordu birliklerimize derhal bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla bildiriniz!" derdim.
(Nejat Saner, Atatürk ve Sonrası, Cumhuriyet gazetesi, 4. XI. 1970)
Kahraman Türk ordularının kazandıkları büyük zaferlerde bana düşmüş olan görevleri yapabilmişsem çok bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için söyleyeyim ki, benim ordularımızı yönelttiğim hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının ve komutanlarının görüşlerinin, vicdanlarının, kararlarının, ülkülerinin yönelmiş Olduğu hedefler İdi.
1928 (Atatürk’ün S.D. II, s. 228)
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin galip orduları yeni zaferler elde etme aşkından uzaklaşmış değildirler. Fakat bu zafer aşkı, milletin kurtuluşunu ve mutluluğunu sağlama aşkından ileri gelmektedir. İkincisinin belirmesi, birinciyi gerçekleşmiş kabul ettirebilir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.55)
Her evresi vatan için, evlâtlarımızın torunları için şerefli olaylarla dolu büyük bir kahramanlık destanı oluşturan Anadolu savaşlarının heyecan veren ayrıntılarını tarihin diline terk ediyorum. Millet, milletin ruh sanatı, musikisi,edebiyatı ve bütün sanat eserleri, bu kutsal mücadelenin ilâhî ezgilerini sonsuz bir vatan aşkının coşkun heyecanlarıyla daima şakımalıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 305)
30 Ağustos 1922 Zaferi’nden sonra, İngiliz kadın gazeteci Grace Ellison’un "Başarı kazanacağınızdan şüphe ettiğiniz oldu mu?" sorusuna verdiği cevap:
-Hiçbir zaman… Henüz elimizde savaş gereçleri bulunmadığı zamanlarda bile, işin bugünkü sonuçlan alacağını hesap etmiştim. Saldırımızı ertelememize sebep, kan dökmemekti. Bu maksatla saldırıdan önce Fethi Bey*’i Londra’ya gönderdik. Barışı kanla değil, mürekkeple imza etmek istiyorduk.
1923 (Atatürk’ün S.D.V, s. 97-98)
Şerefli kahramanlara saygı
Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber kutlayalım. Onlar arasında savaş meydanların da düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış talihsiz çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına sataşılmış, ebediyen ağlamaya mahkûm genç kızlar da vardır. Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlâtlarını gömmüş analar vardır ve yine onlar arasında savaştaki namus görevini şerefle yaparak bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan şehitlik şarabını içmiş olanların ruhlarına fatihalar sunalım.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 308-309)
Bu hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından oluşan milletimiz, bütün dünyaya karşı en yüksek saygı durumunu ve değer düzeyini kazanmıştır. Milletimiz çekinmeksizin övünebilir. Bu, en kuvvetli şartlarla haklıdır ve ben, böyle bir milletin bir bireyi olmakla en büyük mutluluğu hissediyorum. Bu savaş meydanlarında, emsalsiz kahramanlıklar ve yiğitlik göstermiş olan subaylarımızın, erlerimizin ve komutanlarımızın her biri, ayrı ayrı bir menkıbe, bir destan oluşturan harekâtını saygıyla ve takdirle anıyorum. Ve bu yiğitlik meydanlarında Allah’ın rahmetine kavuşan şehitlerimizin aziz ruhlarına hep beraber fatihalar sunalım.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 260)
Zaferi kazanılmasında cephe gerisi
I. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 4. Toplanma Yılı’nı açarken söylemiştir:
Zaferin elde edilişi için geri hizmetlerin düzenlenmesi hususunda yapılan çalışma, pek teşekkür ve takdire değerdir. Bu kelimeleri söylerken ifade etmek istediğim minnettarlık hissi, yalnız resmî dairelerle kısıtlanmış değildir. Bütün yaşam enerjilerini, bütün araçlarını, bağlantılarını ordunun hizmetine hazır hale getiren ve kadın ve çocuklarıyla ordu taşımacılığına katılan saygıdeğer halkın, millet kürsüsünden ifade ettiğim takdir ve teşekküre pek fazla hakkı vardır. Efendiler! Meselenin heyecan verici evreleri üzerinde biraz daha ısrar etmek vicdanî zorunluğunu hissediyorum. Oğullarını ve kocalarını cephenin ateş hattına gönderen ihtiyar babalar ve analarla genç kadınlar, kağnı ve öküzden ibaret bir kutsal birleşim olan yaşam araçlarının başına geçerek orduyu izlemişler ve malzemelerinin ilkelliğine rağmen ruhlarındaki çalışma isteği ve özveri hissiyle düşmanın binlerce otomobilden meydana gelmiş bir taşıma sistemi oluşturan teknik araçlarıyla yarışmışlardır.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s.293-294)
Mudanya Ateşkes Antlaşması
Dört yıl süren emeklerden sonra son kesin zaferimiz üzerine Mudanya Askerî Antlaşması yapıldı ve barış görüşmeleri dönemine geçildi. Bu görüşmeler sırasında da tesadüf ettiğimiz güçlükler pek çoktur. Fakat, ben bunu pek doğal buluyorum. Çünkü bu barış görüşmelerinde sonuca bağlanan hesaplar dört yıllık değil, dört yüz yıllık bir dönemin kötü mirası idi. Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu en görkemli, tantanalı ve kuvvetli dönemlerinden itibaren milletin bağımsızlığı zararına, hayatî çıkarları zararına o kadar çok şey feda etmişti ki, sonuç yalnız kendisinin çöküp batmasından ibaret kalmadı; belki kendinden sonra da memleketin gerçek sahibi olan milleti, hak ve varlığının kanıtı için büyük güçlüklerle karşı karşıya bıraktı.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 306)
Edirne şehrini de içine almak üzere Doğu Trakya’nın Yunanlılar tarafından boşaltılmasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne teslimi hakkındaki Mudanya Askerî Anlaşması 11 Ekim 1922’de imza edilmiştir. Kazanılan büyük zaferin ilk önemli siyasî sonucu bu şekilde Mudanya Konferansı’nda elde edilmiş oluyor. Ordumuz tarafından fiilen temin edilen tüm Anadolu’nun kesin kurtuluşundan başka, Genel Savaş’ı izleyen en karanlık bir dönemde millet tarafından belirlenen ilkelerin Rumeli batı sınırlarımıza ait olan kısmı da artık gerçekleşmiştir.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s.475)
Türkiye’nin istediği barış (Lozan’a doğru)
Biz bağımsızlığımızı sağlayan bir barış istiyoruz. Bunu sağlanmış görmedikçe yaşayabilmek için muhtaç olduğumuz yaşam gereklerini temin etmek üzere tam bağımsızlığa erişinceye kadar başladığımız işte devam edeceğiz. Milletin ciddî kararı budur. Milletimizin bu kararını mutlaka uygulamak için her türlü önlem zaten alınmış bulunuyor.
1923 (Atatürk’ün S.D.1II, s.60)
Bugün eriştiğimiz barışın, ebedî barış olacağına inanmak, elbette safdillik olur. Bu, o kadar önemli bir gerçektir ki ondan bir an bile boş bulunma, milletin bütün yaşamını tehlikeye atar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve değerimize saygı gösterildikçe karşılıklı saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının eksik olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı deneyimlerle öğrendik. Onun için efendiler, bütün ihtimallerin isteyeceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.
1923 (Atatürk’ün S.D.l, s.307)
Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, millet üç buçuk yıllık kahramanca savaşmadan sonra kendisini sonsuza değin tutsaklık zincirleriyle bağlamak isteyenleri mağlup etmiş ve bağımsızlığına sahip olmuştur. Bütün uygar milletler arasında özgür ve bağımsız olarak milletimizin yer alacağı barış günleri de inşallah gecikmeyecektir. Bu mesut günlere ne büyük özveriler ve güçlükler karşılığında erişeceğimizi asla akıldan çıkarmamak ve gelecekte millet yaşamını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için, ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak, vatanını seven bütün millet bireylerinin borcudur. Gerçekte vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikte galip gelmek yeterli değildir. Memleketimiz hakkında istilâ emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, yönetim ve ekonomi bakımından kuvvetli olmak gerekir.
1922 (Atatürk’ün S.D.II, s.46)
Lozan Konferansı
Ölmüş zannolunan millet, yok olmuş zannolunan bu memleket, yeniden bütün yaşama yeteneğini gösterebilecek bir durum alıyor. Bütün kadınlarıyla, erkekleriyle, ihtiyarlarıyla el ele vererek kendisinin dünyada var olduğunu, bir kere daha kanıtlayacak harikalar gösteriyor. İşte o harikaların doğal sonucu olarak Lozan Konferansı’na davet olunuyoruz. Fakat Efendiler, aslında bizden sorulacak hiçbir hesap yoktur. Geçmişe ait hataların gerçek sorumlusu biz değiliz; Türk milleti değildir. Bu böyle olmakla beraber dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşüyor. Millet ve memleketi gerçek bağımsızlık ve egemenliğine sahip etmek için çalışmak zorunluğu bizim üzerimizde kalıyor. Lozan’da henüz hiçbir olumlu sonuç yoktur. Fakat, bu olumlu sonuç kesinlikle olacaktır. Millet, varlığı için, egemenliği için ne olursa olsun elde etmek zorunda olduğu esasları Misak-ı Millî halinde belirgin biçimde bütün dünyaya ilân etti. Misak-ı Millî’nin anlamını bütün dünya onaylamak zorundadır ki, Türkiye kuvvetiyle, süngüsüyle ve bütün yükümlülüğüyle bunu elde etmiştir. Arta kalan şey, maddeten elde edilmiş olan bu şeyin konferansta, salonda, masada, nerede olursa olsun usulen ve resmen ifadesinden ve onaylanmasından başka bir şey değildir. Bu sonuç er geç, kesinlikle elde edilecektir! Bütün isteklerimiz haktan ibarettir. Bu hak, en doğal ve en açık haklardandır. Hukukumuz bu kadar açık olduktan başka, bu hukuku ne olursa olsun koruma için kudretimiz de vardır, kuvvetimiz de yeterlidir.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 26.12.1929)
Türk barış şartları Misak-ı Millî’nin ilân günü olan 28 Ocak 1920 tarihinden beri bütün dünyaca bilinmektedir. Bu şartlar şu şekilde özetlenebilir: Türkiye’nin millî sınırı içinde siyasal ve ekonomik tam bağımsızlığının onaylanması!
1922 (Atatürk’ün S.D.1II, s. 3O)
Lozan Konferansı, basit bir sorunu çözümle uğraşmıyor. Yeni Türkiye Devleti’nin üç buçuk yıllık sorunlarını çözümle yetinmiyor. Lozan Konferansı, başlangıcı çok eski olan bir mücadelenin derin evrelerini inceleyerek onu olumlu bir sonuca bağlamaya çalışıyor. Şüphe yok ki, karışık bir dengeyi belirli bir sonuca ulaştırmak kolay değildir. Özellikle karışık hesapların sorumlusu da biz değiliz. Düşmanlarımız, yalnız bize ait hesapları sormak gibi adlî, insanî bir düşünüş biçimine sahip olsalardı, sorun iki günde biterdi. Fakat, öyle işe başladılar ki, yüzyılların birikmiş sorunlarını bizden soruyorlar. İtilâf Devletleri olumlu bir sonuca varmak istiyorlarsa, kesinlikle eski düşünüş biçimlerini terk etmek zorunluğundadırlar. Benim gördüğüme göre ulaşılan temel, sonunda barışla sonuçlanacaktır. Bütün milletçe arzuya değer ki barış olsun. Dünyada barışın kurulması hem dünyanın çıkarı, hem bizim çıkarımız gereğidir. Herhalde biz, hem kendi çıkarımıza aykırı olan, hem de dünyanın çıkarına uymayan savaşın devamına asla taraftar değiliz. Böyle olmadığımızı şimdiye kadar çok defalar ilân ettik, kanıtladık. Eğer uygarlık dünyası, bizim bu işte ne kadar samimî olduğumuzu anlarsa, barış için hiçbir engel kalmayacaktır. Fakat, eğer barış isteyenlerin fikri, savaş taraftarlarına galip gelmezse bütün iyi niyet ve samimiyetimize rağmen biz de bu sonucu alın yazısı ve zorunlu sayacağız, alın yazısına uyacağız ve hiç şüphe etmiyorum, bugünkünden daha verimli sonuçlar alacağız. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 5-6.12.1929)
Lozan Konferansı düne ve bugüne ait, üç beş yıla ait hesapların sonuca bağlanmasıyla uğraşmakta değildir. Belki, üç, dört yüzyıllık birikmiş ve yoğunlaşmış hesapların görülmesiyle uğraşmaktadır. Onun için bu kadar derin, bu kadar karışık, bu kadar kirli hesapların az zamanda içinden çıkmak kolay değildir.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 24.12.1929)
Lozan Barış Antlaşması’nın içine aldığı esasları, diğer barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmaya gerek olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, yüzyıllar
dan beri hazırlanmış ve Sevres Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir belgedir. Osmanlı dönemine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseridir.
1927 (Nutuk 11, s. 767)
Lozan Antlaşması
Lozan Barışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasal bir zafer oluşturan bu antlaşmanın, Osmanlı tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz, bununla gerçekten övünebilir ve Türk milletinin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek değerini takdir etmesi gereken gençliğin, bunu geçmişte yapılmış antlaşmalarla karşılaştırması gerekir. Bu nedenle Lozan görüşmelerinde her türlü siyasal mücadelelere göğüs gererek sonucu elde etmede bir zekâ göstermiş olan İsmet Paşa Hazretleri’ni saygı ile hatırlamak görevimdir.
1927 (Atatürk’ün S.D.V, s. 47)
Montreux Sözleşmesi’ne doğru
Türkiye’nin Boğazları açık bırakmaya razı olduğu Lozan Antlaşmasından beri dünya durumu ve bazı şartlar değişmiştir. Boğazlar, Türk topraklarını iki kısma ayırır; bu nedenle bu deniz geçidinin sağlamlaştırılması Türkiye’nin güvenliği ve savunması için çok önemlidir. O, aynı zamanda, uluslararası ilişkilerin can alıcı bir unsurudur. Anahtar durumunda böyle önemli bir yer, herhangi maceracı bir saldırganın keyfine ve merhametine bırakılamaz. Türkiye, muhtemel barış bozucularının, birbirleriyle savaşmak için Boğazlardan geçmesine engel olmaya mecburdur. Türkiye buna asla izin vermeyecektir.
1935 (Ayın Tarihi, Sayı:l9)
Montreux Sözleşmesi
Montreux Sözleşmesi’nin imzalandığı günün gecesi (18/19 Temmuz 1936) Atatürk tarafından yazdırılmıştır:
Bugün bayram günüdür; sevinç günüdür. Niçin bilir misiniz, ey sevgili yurttaşlar? Çünkü Lozan, Montrö’de taçlandırılmıştır. Lozan tamdır ve tamlığını daima tarihte okutacaktır. Fakat, ona acı ve üzüntü veren ufak bir şey, Boğazlar vardı. İşte o Montrö’de çözümlenmiştir. Eğer Türk yüksek duyarlığı bununla ilgiliyse kesinlikle sevinmektedir, seviniyor ve sevinmelidir.
1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. XI. 1941)
Milletin yüksek karakterine, ordusunun bükülemez pazısına ve uygar insanlığın aldatılamaz sağduyusuna dayanarak ve güvenerek kullanılan zekâ, mantık ve enerjinin, bütün insanlığın gereksinim duyduğu barış ve huzur verici sonuçlar doğurabileceğinin bir kanıtı olan Montrö Konferansı eseri, gerçekten sevinmeye ve sevindirmeye değer bir tarihsel olaydır.
1936 (Cumhuriyet gazetesi, 21.7.1936)
Türkiye’nin hakkını doğrulamakla yüksek dostluk ve anlayış gösteren Montrö Sözleşmesi tarafları, aynı zamanda kritik devam eden uluslararası durumun bu önemli döneminde, yerleşmesi için herkesin çalışması gereken genel barış işine de değerli hizmet etmiş oldular.
Tarihte birçok defa tartışma ve tutku vesile olmuş olan Boğazlar, artık tamamıyla Türk yönetiminin egemenliğinde, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yolu haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır.
Tarih: 2020-04-21 07:56:28 Kategori: Tarih
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx